Sayı 25

Dipsiz Kuyu Ve Yeraltı Ülkesindeki Dev Masalı

Evvel zaman iken, deve tellal iken, saksağan berber iken… Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken. İp koptu, beşik devrildi. Anam kaptı maşayı, babam kaptı meşeyi, döndürdüler dört köşeyi. Dar attım kendimi dışarı… Kaç kaçmaz mısın… Vardım bir pazara. Bir at aldım dorudur diye. Bineyim dedim, at bir tekme salladı bana geri dur diye… Padişahın topları ateşe başladı. Topladım gülleleri cebime koydum darıdır diye. Tozu dumana kattım, Edirne’ye yettim. Selimiye minarelerini belime soktum borudur diye. Yakaladılar beni tımarhaneye attılar delidir diye. Babamdan haber geldi, onun eski huyudur diye. Bereket inandılar, tutup beni saldılar. Neyse uzatmayalım, masala başlayalım…

Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde Kaf dağının uzak mı uzak bir köşesinde rengârenk ağaçlarıyla dillere destan olmuş, büyük ve şirin bir ülke varmış. Ülkeyi adaletli, halkın çok sevdiği, iyi niyetli, iyi yürekli bir padişah yönetiyormuş. Padişahın iki oğlu varmış. Padişah bir gün çok hastalanmış. Hastalığına hiçbir hekim çare bulamamış. Sonunda padişah oğullarını yanına çağırarak derdine çare bulmaları için dünyayı dolaşmalarını söylemiş. Padişahın büyük oğlu tembel olduğu için çalışmayı hiç sevmez, öylece sarayın bahçesinde gezer, ormanda av partileri düzenler ve keyfine göre yaşar gidermiş. Babasının bu isteği onun canını çok sıkmış. Şimdi atına binecek sonra yola çıkacak, uzun uzun yollar aşacak, yorulacak olduğunu düşünmüş, çok sıkılmış ama babasına bir şey diyememiş.

İki kardeş babalarının bu isteği üzerine hazırlığa başlamışlar ve birkaç gün sonra demir asa demir çarık yola. Büyük kardeş aynı zamanda küçük kardeşini çok kıskanırmış ve onunla birlikte hiçbir şey yapmak istemezmiş aslında. Çünkü padişahın küçük oğlu hem akıllı, hem çalışkan hem de sarayda herkes tarafından çok sevilen bir şehzade imiş.  Uzun süre gittikten sonra padişahın büyük oğlu ben yoruldum deyip bir kuyunun yanında mola vermişler. Büyük kardeş küçüğünü hiç sevmediği için ondan kurtulmak istiyornmuş. Hem ondar kurtulmak, hemde bu yolculuğu sona erdirmek için kafasının içinden türlü planlar geçirmeye başlamış.  Hiçbir sebep yokken kavga çıkarmış ve kardeşini tuttuğu gibi başında oturdukları dipsiz kuyunun içine itivermiş. Sonra da atına atladığı gibi  saraya geri dönerek ormandan geçerken kardeşini kurtların yediği yalanını söyleyerek yine tembel tembel sarayda yaşamaya başlamış.

Biz gelelim kuyunun dibindeki kardeşe. Uzun süre baygın yattıktan sonra kendine gelmiş. Bakmış başında aksakallı bir ihtiyar beklemekte. İhtiyar sormuş. “Evlat sen burada ne arıyorsun? Bu kuyu dipsiz kuyudur, buraya düşen bir daha yeryüzüne çıkamaz.” Demiş. Aslında ihtiyar hızır diye bilinen bilge bir kişiymiş. Küçük Şehzade hemen kalkmış, üstünü başını düzeltmiş ve hızır dedenin elini öpmüş, sonra da başından geçenleri bir bir anlatmış.

Hızır Dede bu terbiyeli, edepli ve saygılı şehzadeyi çok sevmiş sonra da,  “Evladım sen cesur, dürüst ve yiğit bir delikanlıya benziyorsun, seni buradan kurtaracağım inşallah” diyerek sakalından iki tel kopartarak kendisine vermiş. “Evladım, şimdi ben buradan gideceğim. Ben gittikten sonra sakallarımı birbirine sürtersen biri beyaz, biri siyah iki at ortaya çıkar. Beyaza ata binersen yeryüzüne çıkarsın, siyah ata binersen yedi kat yerin altına inersin. Aman d ikkatli olasın” demiş ve ortadan kaybolmuş.

Küçük şehzade hızır dede gittikten sonra onun verdiği sakalları birbirine sürtünce hemen iki at gelmiş; söylediği gibi birisi beyaz, birisi siyah renkte imiş. Şehzade İhtiyarın söylediklerine ve yaşadığı şaşkınlıktan yanlışlıkla siyah ata binince bir anda kuyunun içi kararmış ve ne olduğunu anlayamadan şimşek gibi bir hızla yedi yerin altına inivermiş.

Siyah at kendisini yerin altında kocaman bir şehrin meydanında bırakıvermiş. Ne yapacağını şaşırmış yeraltında böyle bir şehir olduğunu daha önce ne görmüş ne duymuşmuş. Merakla gezinmeye başlamış. Şehrin sokaklarını gezmeye başlamış. Akşama kadar gezmiş, yorulmuş, susamış. Bir çeşme aramış ama etrafta bir çeşme göremeyince gezindiği sokağın üzerindeki evlerin birinin kapısını çalmış. Niyeti bir tas su istemekmiş.  Evin kapısından ihtiyar bir kadın çıkmış.”Ana çok susadım bana bir tas su verir misin” diye su isteyince ihtiyar kadın şehzadenin yüzüne bakmış ve  üzüntü ile “Anlaşılan sen yabancısın evladım. Yeryüzünden geldin galiba. Benim misafirim olmanı çok isterdim hatta sana da kana kana içeceğin tertemiz sudan vermek isterdim maalesef hiç suyum kalmadı. Şehrin suyunu sağlaylan ve hemen yukardaki dağın eteğinde bulunan ırmağın başını bir dev tutuyor. Şehre gelen suyu engelliyor. Her gün kendisine mükellef bir sofra götürüyoruz. Ama o bize haftada bir suyun önünden kalkıyor, biz de bu sırada alabildiğimiz kadar su alıyoruz ve bir hafta onunla idare ediyoruz. Suyumuz bitti. Bugün ikindiden sonra yer altı ülkesi padişahının kızı deve bir yemek götürecek. Dev karnını doyururken belki suyun başından kalkar biz de su alırız. O zaman veririm, içersin” deyince şehzade ihtiyar kadından duyduklarına çok üzülmüş ve “Ana, bu devin olduğu yeri bana bir göster hele” demiş.

İhtiyar kadın “tamam” demiş ve yola koyulmuşlar. Nihayet devin yattığı suyun başına gelmişler. Şehzade devin karşısına dikilmiş. Dev horultularla uyuyormuş. Şehzade seslenmiş, seslenmiş, bir türlü devi uyandıramamış. Sonra devin iri ve büyük gövdesine tırmanmış. Kılıcını çıkartıp devin burnunu kılıcıyla kaşımış.. Dev aksırarak uyanmış. Gözlerinin önünde, burnunun dibinde eli kılıçlı bir insanoğlu görünce çok korkmuş ve silkinmiş. Öyle bir silkinmiş ki sanki deprem olmuş. Bizim şehzade hemen devin boynunda asılı duran iri zincir tanelerinden birine tutunmuş ve düşmekten kurtulmuş. Sonra devin burnuna kılıcıyla bir kere daha dokunmuş, bu defa burnu kaşınmaya başlamış devin. Şehzade “sen bu suyun önünü tutmuşsun ve insanlara su vermiyormuşsun. Sana adamakıllı bir ders vermek gerekiyor” demiş. Devin koca burnuna küçücük bir kılıcın vuruşu ile devin kaşınması artmış ve dev kaşınmaktan ne diyeceğini bilememiş. Bugüne kadar kendisine böyle karşı çıkan bir insanoğlu görmediği için çok korkmuş. Bu kadar cesur ve pervasız birisi burnunun ucuna kadar gelecek hem de burnuna kılıcıyla dokunacak onun burnunu kaşındıracak buna asla ihtimal vermediği için bu insanoğlunun çok güçlü olduğunu sanmış ve korkusu daha da artmış ve  bir türlü dinmemiş.

Sonra yalvarmaya başlamış.  “Aman beyim, etme eyleme. Yeter ki canımı bağışla, buralardan çekilir giderim” diye.

Şehzade bir daha böyle bir şey yapmayacağına dair söz almış devden ve bırakmış yakasını. Dev hemen kalkmış suyun önünden ve sözünü tutarak bir daha gelmemek üzere koşarak ayrılmış şehirden. Suyun önü açılınca tüm şehir suya doymuş.

Bu sırada yeraltı ülkesinin padişahının kızı devin yemek tepsisini hazırlamakla meşgulmluş. Hemen elçiler huzura girmişler ve padişaha olanı biteni anlatmışlar. Devin bir daha gelmemek üzere şehri terkettiği müjdesini vermişler. Padişah hem çok sevinmiş, hem çok şaşırmış. Hemen adamlarına emir vermiş. Bu cesur insanı huzuruma getirin, onu bizzat ben ödüllendireceğim demiş.

Şehzade padişahın adamları ile saraya kadar gelmiş. Padişahın huzuruna çıkmış. Padişah ve tüm saray halkı bu kahraman şehzadeyi ayakta sarayın önünde karşılamışlar. Büyük bir merasimle sarayda misafir etmişler. Padişahın emriyle şehirde şenlikler başlamış.

Bu sırada padişah bu cesur şehzadeye nereden geldiğini sorunca, şehzade başından geçenleri bir bir anlatmış ve yolculuğunun sebebinin babasının derdine derman bulmak için olduğunu sözlerine eklemiş. Yeraltı ülkesinin padişahı gülümseyerek “Ey delikanlı sen bize çok büyük bir iyilik yaptın. Bizim suyumuzun önünü kesen devden kurtardın. Sana borçlandık. Yaptığın iyiliğe karşılık bende sana bir hediye vermek istiyorum.” Demiş ve adamlarına emir vermiş. Hemen sarayımın bahçesindeki hayat ağacından üç tane nar koparıp getirin. Demiş.

Az sonra altın bir tabağın içinde üç tane olgun ve kıpkırmızı nar getirilmiş. Padişah. “Delikanlı bunları babana götür ve her birini bir gün yedir. Üç gün sonra Allahın izniyle şifasını bulur. Unutma Cenabı Allah hiçbir derdi şifasız vermemitir. Yeterki sabırla ve inanarak sen o şifayı aramasını bil.”

Üç gün üç gece süren şenliklerden sonra genç şehzade narları çantasına yerleştirmiş, kuyunun girişindeki hızır dedenin verdiği sakal tellerini birbirine sürtünce yine beyaz ve siyah atlar ortaya çıkıvermiş. Bu kez çok dikkatli bir şekilde beyaz atın yularını tutmuş. Bu sırada kendisini uğurlamaya gelen padişah ve şehir halkı ile vedalaşmış. Beyaz atın sırtına biner binmez şimşek hızıyla, göz açıp kapayıncaya kadar yedi kat yerin altından yer yüzüne çıkıvermişler. Meğer bindiği uçan bir atmış. Babası ile birlikte yaşadığı sarayın önüne kadar gelmiş. Atın boynunu okşamış, gözlerinden öpüp onu serbest bırakmış ve hemen babasının yanına gelmiş.

Babası yine hasta yatağında yatmakta imiş. Küçük oğlunun üzüntüsünden hastalığı biraz daha artmış ve artık hiç konuşamaz olmuş. Hemen saray mutfağındaki aşçılara, görevlilere emir vermiş, Narları onlara teslim edip hazırlamalarını söylemiş. Usta aşçılar narları güzelce yenilecek şekilde hazırlamışlar ve üç gün boyunca padişaha yedirmişler. Üçüncü günün sonunda padişah sağlığına kavuşmuş.

Küçük oğlunun getirdiği narlar sayesinde sağlığına kavuştuğunu öğrenmiş. Sonra da küçük şehzadeyi huzuruna çağırarak başından geçenleri bir bir dinlemiş. Tabi büyük oğlunun yaptıklarını da öğrenmiş. Bunun üzerine hemen huzuruna çağırın onu uzak bir diyara sürgüne göndermiş.

Kendi yerine de padişah olarak küçük oğlunu oturtmuş. O günden sonra padrişahın küçük oğlu genç şehzade adil ve merhametli bir padişah olarak uzun yıllar halkıyla beraber mutlu bir şekilde yaşayıp gitmişler.

Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.

xBu durum yer altı ülkesinin padişahının kulağına gitmiş. Ve hemen elçiler göndererek bu genç adamı sarayına davet etmiş. Şehzade hemen yola koyulmuş, ama saraya giderken bir de ne görsün?

Bir kayanın tepesinde bir kuş yuvası ve yukarıya doğru bir yılan tırmanıyor. Yuvanın içinde yavru kuşlar var. Hemen fırlamış. Yılandan önce yuvanın önüne tırmanmış. Yılan kıvrıla kıvrıla kayanın tepesine gelip kafasını kaldırdığında şehzadeyle karşılaşmış ve çok korkmuş. Şehzade “Ne var, demek bu günahsız yavruları yemeye geldin öyle mi” diyerek yılanı yakalamış ve götürüp bir oyuğa bırakmış. Tekrar yuvanın yanına dönmüş. Dinlenmek için hemen orada bulunan bir ağacın altına oturmuş ve uyumaya başlamış. Az sonra kuşların annesi Zümrüdüanka kuşu gelivermiş. Bakmış ki yavrularından bir tanesi yuvadan aşağıya düşmüş. Bir de ağacın altında bir insanoğlu yatıyor. Hemen “Demek yavrularımı ağaçtan almaya çalıştı, öyle mi” diyerek üzerine atılmaya kalkmış ama yuvadaki en cesur Anka yavrusu hemen annesini durdurmuş. “Anne” demiş, “Bu insan bizi bir yılandan kurtardı.” Anka kuşu bir anda yumuşamış ve şehzadeyi gagasıyla dürterek uyandırmış.

“Ey insanoğlu, yavrularımı yılandan kurtarmışsın, o zaman dile benden ne dilersen” demiş. Şehzade babasının hastalığının iyileşmesi için çare aradığını söylemiş ve Zümrüdüanka kuşuna başından geçenleri bir bir anlatmış. “Babam için bir çare bulabilir misin?” diye sormuş.

Anka kuşu “O su istediğin ihtiyar ninenin bahçesinde bir nar ağacı var, onun meyvesinden kime yedirirsen tüm hastalıkları şifa bulur. Gidip ihtiyar nineden bir tane nar iste, alınca tekrar buraya gel, ben seni yeryüzüne çıkaracağım. O narı babana yedirirsen inşallah baban sağlığına kavuşacaktır.”

Şehzade hemen nenenin evine gelmiş, durumu anlatmış. İhtiyar nene “Oğlum, sen devi korkutup kaçırdın ve suyu bize geri verdin ya. Ağacın tüm narları sana feda olsun” diyerek bir sürü nar toplamış ve “al götür bunları” demiş.

Şehzade teşekkür ederek narları almış ve hemen Anka kuşunun yanına gelmiş. Zümrüdüanka kuşu “Bin sırtıma, sıkı tutun demiş ve yavrularına dönerek “Siz yuvadan ayrılmayın, ben bu genci yeryüzüne çıkartıp geleceğim” demiş.

Sonra da şehzadeyi sarayın önüne kadar getirip bırakmış ve gözden kaybolmuş.

Şehzade hemen babasının yanına koşmuş, babası kurtların yediğini sandığı oğlunu sapasağlam karşısında görünce boynuna sarılmış. Şehzade başından geçenleri babasına anlatmış. Ardından narlardan birinin kabuklarını soyup tanelerini ayırarak babasına yedirmiş. Babası kısa sürede iyileşip ayağa kalkmış.

Sağlığına kavuştuktan sonra ilk işi büyük oğlunu çağırmak olmuş ve ona yaptığı kötülüklerin karşılıksız kalmayacağını söyleyerek, gerekli cezayı vermiş. İyice yaşlanınca da yerine küçük şehzadeyi padişah yapmış. Mutlu mesut yaşayıp gitmişler.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu