
Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde. Develer tellal, pireler berber iken eski hamam içinde. Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, anam beşikte, babam eşikte ağlar iken. Var varanın, sür sürenin baykuşu çoktur viranenin. Aman Ağam ha beyim, nerde kaldın diyenim demeden gelin isterseniz masalımıza başlayalım.
Efendim vakti zamanında bir şehirde Tosun bey isminde gayet yiğit ve cesur bir adam yaşarmış. Ancak yaşı kemalata ermesine rağmen evlenmediği ve bekar yaşadığı için sıkıntılı imiş bu adam. Ticaretle meşgul olur, kervanlarını uzak diyarlara gönderir, gemilerini deniz aşırı memleketlerden malla doldurarak getirir ve satarak parasına para katarmış. Amma ne kadar zengin olursa olsun bir sevdiği olmayınca olmuyormuş.
Bu Tosun bey çok cömert ve eli açık bir insanmış aynı zamanda. Hayırsever ve kapısına gelen kimseyi geri çevirmezmiş. Günlerden bir gün ihtiyar uşağını çağırmış yanına. Ve demişki. “Bak uşak. Ben artık iyice sıkıldım. Nasibimi kısmetimi aramaya çıkacağım. İşlerimi biliyorsun. Bundan sonrasını sen idare et. Ben inşallah bir yıl içinde dönersem yine işimin başına geçerim. Dönemezsem malımın yarısını fakir fukaraya dağıt, kalan yarısını da nasıl istiyorsan öyle tasarruf et. Sana bırakıyorum.”
Demir asa demir çarık düşmüş yollara. Az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş. Bir de dönüp arkasına bakmış ki ne görsün. Bir arpa boyu yol gitmiş. Efendim uzatmayalım. Bu tosun bey yolculuk için yanına aldığı azığını yemek için bir ağaç altına oturduğu zaman bakmış karşıdan iki derviş geliyor. Hemen ayağa kalkmış. Seslenmiş. “Derviş babalar, buyurun beraber yemek yiyelim.” Dervişler gelmişler Tosun beyin yanına.
Nerelisin, necisin, nerden gelip nereye gidersin sorularından sonra başlamışlar yemek yemeye. Dervişler üç gündür yollarda oldukları için ziyadesi ile acıkmışlar. Tosun bey bakmışki bunların yemek yeyişi aç olduklarını gösteriyor. Hiç seslenmemiş ve başlamış onlara canı gönülden hizmet etmeye.
Birinci derviş, “Oğul sen niye yemiyorsun?” diye sorunca da “Baba ben sizden hemen önce yemiştim. Karnım tok siz buyurun” diyerek cevap vermiş.
Dervişlerden daha ihtiyar olanı “Yarabbi, Tosun bey kuluna Periler Padişahının kızını nasib et ki ömrü boyunca mutlu ve bahtiyar yaşasın. Bize yaptığı iyiliğe karşılık hem dünyada hem de ahrette cennet hayatı yaşat” diye dua etmiş. Tosun bey amin demiş ama için içinde gülmüş kendi kendine. Derviş bunu görünce “Niye güldün Tosun bey” diye sormuş. “Derviş baba kusura bakma da Periler padişahının kızı deyince ona güldüm.” Derviş bunun üzerine “Oğul Rabbimizin kudret eli çok büyüktür. Merak etme İnşaallah tez zamanda bu duanın gerçekleştiğini göreceksin” diyerek yanından ayrılmışlar. Tosun bey çıkınını toplamış, heybesine koymuş ve yolcu yolunda gerek diyerek tekrar yola çıkmış.
Üç gün boyunca yol yürümüş. Azığını dervişlere verdiği için heybesinde yiyecek bir şey kalmamış. Kuşağındaki altınları düşünmüş ama dağ başında altınlar ne işe yarayacak. Neyse demiş kendi kendine inşallah karnımızı doyuracak bir yer buluruz.
Biraz daha yürüyünce bakmışki kırmızı kırmızı yaban böğürtlenlerinin bolca yetiştiği bir ağaç. Hemen yaklaşmış bir tanesinin tadına bakmış. Çok lezzetli ve tatlı böğürtlenler olduğunu görmüş. Kendi kendine tamam demiş. Şimdi bunlardan yerim, biraz da toplar heybeye doldururum bir iki gün idare eder. Tam dediğini yapacakken bir ses duymuş. “Ey insanoğlu yavrularımın nasibini yemesen olmaz mı?” Tosun bey önce korkmuş sesin geldiği yeri aramış dönüp ardına bakınca hemen ilerde çimenlerin üzerinde altı tane yavru tavşan görmüş. Annelerinin önünde koşturup oynuyorlarmış. Kendi kendine düşünmüş. “Şu tavşanı yakalayıp yemek işten bile değil ama yavrularına nasıl kıyarım” Hakikaten de yavru tavşanlar annelerinin etrafında öyle güzel oynuyorlarmış ki içi sızlamış ve böyle kötü düşünceler beslediği için kendi kendine kızmış. “Peki demiş tavşan kardeş, madem bu ağaç senin yavurlarının nasibi öyleyse bende elimi sürmüyorum. Var hayrını gör.” Tavşan Tosun beyin bu sözlerine karşılık. “Ey İnsanoğlu, madem sen benim yavrularım için böyle bir iyilik yaptın, bende dilerim Bari Hudadan tez zamanda muradına kavuşasın ve bir ömür boyunca mutlu olasın. Sana iyilik olması için bir şey söyleyeceğim. Şimdi bu yolu takip edip gideceksin sen önüne bir saray gelecek bu saray periler padişahının sarayıdır. Bu sarayda sırça bir fanusun içinde periler padişahının kızı vardır. Bu kız buraya babası tarafından hapsedilmiştir. Onu ordan ancak yüreğinde iyilik taşıyan bir yiğit kurtarabilir. Sarayın önünde bir at ve bir de aslan bağlıdır. Atın önünde et, aslanın önünde ot vardır. Sen onları değiştir. Eti aslana, otu da ata ver. Sana lazım olur. Hadi şimdi var git yoluna.”
Tosun bey tavşanın dediklerinden bir şey anlamamış ama yoluna yürümeye devam etmiş. Gele gele gelmiş hakikaten tavşanın dediği gibi görkemli ve büyük bir saray kapısına. Bakmış gerçekten de kapıda bir aslan ve bir at bağlı. Atın önünde et, aslanın önünde ot var. Hemen yaklaşmış eti aslanın önüne, otu atın önüne koymuş. Atın güzelliğine hayran olmuş ve yelelerini, boynunu okşamış. Bu sırada at dile gelip demiş ki “ey insan oğlu yıllardır bizim yanımızdan gelip geçerler ve hiç birisi bize bu iyiliği yapmadı. Sen ki gelip benim önüme bırakılmış eti aslana, aslanın önündeki otu bana verdin. Bizde yıllardır bu kapıda bekçilik yapan bu aslanla dostluğumuzu senin bu iyiliğine karşılık sana teklif ediyoruz. Gün gelir bizim de sana bir iyiliğimi dokunur.” Aslan hemen söze girmiş ve
“Ey insanoğlu şimdi sen bu saraya gireceksin. Kırk odalı bir saraydır. Her odası ayrı mücevherle doludur. Her odanın kapısında kilit vardır. Sen bunların hiç birisine bakma. Kırkıncı odaya gelince kapıyı üç kere vur ve sonra içerden kimdir o diye ses gelince ben Aslan ağabeyinin dostuyum diye cevap ver. Sonra kapı kendiliğinden açılacak. Sakın içeriye girer girmez cam fanusun içinde hapsedilmiş olan güzel peri kızına muhafızlık eden deve bakma. Gözlerine baktığın an taş kesilirsin. O sana ısrar ettikçe “bakmam” de. Sonra bir fırsatını bulup kapının yanındaki masanın üzerinde duran su bardağındaki suyu yere dök. O vakit sana yüzüne bakman için ısrar eden cazı karısı yok olacaktır. Eğer yüreğinde gerçekten iyilik varsa o vakit cam fanus kendiliğinden kırılıp içindeki peri kızı hürriyetine kavuşacaktır. Yok yoksa zaten sen ne olacağını görürsün. Peri kızını çıkarmayı başarabilirsen hiçbir yere bakmadan ve takılmadan doğruca buraya gelin. Ondan sonrasına karışmayın. “
Tosun bey aslanın söylediklerinden de bir şey anlamamıştı ama dediklerini yapacağına söz verdi. Neyse uzatmayalım. Saraya girdi hakikaten kırk kapı ve kırkının da üzerinde anahtarlar vardı. Hiç birisine bakmadan kırkıncı kapıya geldi ve kapıyı aslanın dediği gibi çaldı. İçerden su şırıltısını andıran güzel bir sesle “Kim o” diye bir ses geldi. Tosun bey aslanın öğrettiği gibi “Beni aslan ağabeyin gönderdi” deyince kapı kendiliğinden açılıverdi.
Kapı açılır açılmaz bir dudağı yerde, bir dudağı gökte bir zebellah karşısına dikildi. Aslanın tarif ettiği cazı karısı bu olmalıydı. Hemen Tosun bey gözlerini yere eğdi. O kadın ısrarla yüzüne bakmasını istemeye başladı. Her seferinde Tosun bey “bakmam bakamam” diyerek geçiştiriyordu. Bu sırada masanın üzerindeki yeşil renkli bardağı gördü ve yavaş yavaş masaya yaklaşıp o bardağı almasıyla yere çalması bir oldu. Bardak parçalanır parçalanmaz az önce tehditler savuran cazı karısı yeşil bir duman halinde ortadan kayboluverdi.
Ondan sonra sırça fanus içindeki peri padişahının kızına baktı. İçeride güzel bir yatakta sanki ölü misali uyuyordu. Bakmaz olaydı, görmez olaydı. Bir gördü aklı başından gitti. Ancak baktığı da kendisinin değildi. Hemen aklına geldi ve yine gözlerini yere indirdi. İşte o anda daha büyük bir gürültü koptu. Sanki yer yerinden oynadı, saray sallandı. Tosun bey korku nedir bilmeyen bir adam olmasına rağmen ödü yüreği korkudan yerinden çıkacakmış gibi oldu.
Sırça fanus her yerinden çatlamış ve kırılmıştı. Peri padişahının kızı derin bir uykudan uyanır gibi yavaşca gözlerini açtı. Ne olduğunu anlamak için etrafına baktı. Baş ucuna kadar gelmiş olan Tosun beyi görünce gülümsedi. Sonra yavaşca doğruldu.
Ey insan oğlu beni ölüm uykusundan uyandırdın sana ne kadar teşekkür etsem az dedi.
Tosun bey merakla sordu. Sen kimsin, neyin necisisin ey güzel kız. Diye
Peri padişahının kızı “Ben periler padişahının kızıyım. Bir iblis bana aşık oldu. Babamın sarayından kaçırdı ve getirip buraya hapsetti. Seni hiç kimse elimden kurtaramayacak ve bana aşık oluncaya kadar seni burada hapsedeceğim dedi. Senede bir kere gelir sabahtan akşama kadar yalvarır sonra gider. Senin yüreğin çok temiz ve iyiliksever birisin. Çünkü beni ancak böyle birisi kurtarabilir. Ama iblisin bugünlerde gelmesi yakındır. Çok beklemeyelim istersen şimdi o haber almıştır olanları. Kaçalım buradan.
Tosun bey ve periler padişahının kızı sarayın dışına çıktıklarında kapıda çok yakışıklı ve yiğit bir savaşçının durduğunu gördüler. Elinde kılıcı ile beklemekteydi. Tosun bey hemen belindeki kılıca davrandı ama periler padişahının kızı “Ağabey, burada ne yapıyorsun?” koşup yiğit delikanlıya sarıldı.
Yiğit Delikanlı da kardeşine sarılıp şunları söyledi : “Benim güzel kardeşim, sana o büyüyü yapan ve seni sırça fanusa hapsedin iblis beni de bir aslana çevirip sarayın kapısına bekçi yaptı. Önüme bir avuç ot koydu. Bu iyi yürekli Tosun bey gelip benim önümdeki otu benim gibi esir ettiği atın önüne, onun önündeki eti de benim önüme koydu. Anlaşılan o ki senin nasibin bu Tosun beydir. Amma biliyorsun ki bizde kuraldır. Bir insanla evlendiğin zaman perilik özelliklerini kaybeder, insan olursun, ölümlü olursun. Bence böyle iyi yürekli bir ile bir ömrü paylaşmak bile bahtiyarlıktır. Karar senin” dedi.
Genç kız Tamam ağabey deyip başını önüne eğdi. Bunun üzerine periler padişahının oğlu “Siz varın gidin, kapıdaki at sizi bekliyor. O uçan bir attır. Sizi memleketinize götürecek. Ben bu mel’un iblisi bekleyip onun hakkından geleceğim inşallah. Sizde mutlu mesut bahtiyar yaşayın. Düğününüze çağırırsanız geliriz inşallah.” Diyerek onları yolcu etti.
Tosun bey ve müstakbel güzel eşi kapıda bekleyen küheylanın sırtına bindiler.
Biraz koşturduktan sonra açılan kanatları ile gökyüzünde uçmaya başlayan küheylan çok kısa bir sürede Tosun beyi evinin önüne getirdi. Tosun bey attan indikten sonra “Sana ne diyeceğimi bilmiyorum ey küheylan. Serbestsin, istediğin yere gidebilirsin.” Küheylan “Ey tosun bey ben serendip adasında bulunan Müslüman cin padişahının oğluyum. İblis beni bu hale getirdi. Şimdi memleketime gideceğim. Ama yelemden iki kıl kopar. Ne zaman ihtiyacın olursa bunları birbirine sürt ben o anda yanında olurum” diye cevap verdi.
Sonra geldiği gibi uçarak gözden kayboldu. Tosun bey atın yelesinden aldığı kılları katlayıp koynuna koydu. İnşaallah lazım olmaz ama ne olur ne olmaz diye saklayalım dedi.
Efendim sonra Tosun bey hemen Kahyasına emirler verdi. Düğün hazırlıkları yapıldı. Kırk gün kırk gece sürdü düğünleri. Periler padişahı, oğlu, gelin hanımın annesi ve diğer akrabaları da düğüne katılmışlardı. Ancak onların peri olduğunu kimse bilmedi. İnsan kılığında geldikleri için kimse ne olduğunu da anlamadı. Bu sır tosun beyle hanımı arasında sonsuza kadar saklı bir şekilde kaldı. Mutlu bir ömür sürdüler ve birbirlerini çok sevdiler.
Onlar erdi muradına biz çıkalım kerevetine. Gökten üç elma düştü. Biri siz ekran başındaki kıymetli dinleyelerimin başına, biri bu hikayeyi anlatanın başına, biri de bu programı sizlere ulaştıran tüm ekibin başına…