
Ben, ben iken ben iken; develer tellal, pireler berber iken.
Leylek ile kedi, yolda giderken, kurbağa tüccar, tavşan zıplar iken.
Yılan urgan, hırka yorgan iken; babam beş yaşında, ben on beşimde iken.
Ben, babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, Keçiler koyunları kırpar, sivrisinek saz çalarken.
Ben su içer, dünya elekten geçer iken.
Tilki hakim olup, haklı ile haksızı seçer, sinekler sırada arpa biçer iken.
Eşek mihmandar, tavşan ile kaz hükümdar iken.
Bir varmış bir yokmuş, Evvel zaman içinde padişahın bir kızı varmış. Bu kız, on dört beş yaşlarındaymış. Günlerden bir gün, has bahçedeki havuzun başında oturup gergef işliyormuş. Bir ara yorulmuş. Dinlenmek için gergef işlediği kasnağı dizlerinin üstünden alıp yanındaki yeşilliğin üzerine koymuş, parmakları ağrıdığı için onları dinlendirmek amacıyla parmağındaki yüzüğünü çıkarıp, gergefin üzerine koymuş. İşte tam bu sırada bir güvercin, pırrr diye uçarak gelmiş ve gergefin üzerinde duran yüzüğü kaptığı gibi kaçmış. Kızcağız ardından bakakalmış. Ancak güvercin öyle güzelmişki, kanatlarının rengi, gagasının kırmızılığı, gözlerindeki güzellik çok farklıymış. Bir kere görmesine rağmen kızcağız güvercine aşık oluvermiş.
Ertesi gün, yine bahçede gergef işlerken, bu sefer kolundaki altın bileziğini çıkarıp gergefinin üzerine koymuş. Aynı Güvercin, tekrar gelmiş ve bu seferde bileziği de kapıp kaçmış. Kız, güvercine olan aşkından yemeden içmeden kesilmiş, gündüz, her dakika güvercini düşünür olmuş. Artık bütün gününü, bütün zamanını güvercini düşünerek geçiyorumuş, Yine günlerden bir gün, bahçeye çıkmış ve havuzun başına.
Bahçede yüzüğünü ve bileziğini kaptığında gördüğü güvercine çok benzeyen güvercin resmiyle işlediği sırma işlemeli mendili gergefin kasnağından çıkarmış ve yanıbaşına koymuş., Bir müddet beklemiş ancak ne güvercin gelmiş ne de başka bir kimse. Sonra havcuzun kenarına gelip oturmuş ve orada güvercin gelecekmi diye beklemeye başlamış. Uzun süre beklemiş ancak ne gelen var ne giden. Kız gözleri nemli tam oturduğu yerden kalkacakken güvercin uçup gelivermiş ve kızın çimenlerin üzerine bıraktığı işlemeli mendili aldığı ile kapıp kaçması bir olmuş. Genç kız beklemiş ki güvercin kendisi ile konuşsun, kendisi ona olan aşkını anlatsın ancak güvercin hiçbir söylemeden uçup gittiği için kız üzüntüsünden hastalanmış, yataklara düşmüş ve her gün ağlamaya, inlemeye ve hastalığı ilerlemeye başlamış. Kimse bu kızla konuşamıyormuş. Sadece dadısından başka kimseyi dinlemiyormuş.
Nihayet dadısı daha fazla dayanamamış ve genç kıza,
-“Bana bak kızım ne olduğu söyleyeceksin söyle yoksa şah baban gerçekten çok sinirleniyor ve seni cezalandıracak. Bu sefer bende önüne geçemem haberin olsun. Diye söyleyivermiş.
Kız:
Dadıcığım, ben de neden böyle olduğumu bilmiyorum Birkaç gündür, üzerimde bir ağırlık var, Çok hastayım,
Dadı, kızın bu halini padişaha bildirmeyi uygun bulmuş. Gidip kızın hasta olduğunu padişaha haber vermiş. Padişah; biricik kızının hasta olduğunu öğrenince çok üzülmüş. Hemen hocaları, hekimleri çağırtmış, Ama hiçbiri kızın neden hasta olduğunu anlayamamış.
Uzak diyarlardan başka hekimler getirtilmiş ancak hiç birisi kızın derdinin ne olduğunu anlayamamış. Her gelen muayene ediyor, çeşitli sorular soruyor sonra çekilip gidiyormuş. Padişahın akıllı bir veziri varmış. Bir gün padişah üzüntü ve sıkıntı içinde kızının hastalığını düşünürken bu akıllı vezir padişahın huzuruna girmiş ve demişki;
Padişahım, görürüm ki genç hanım sultanın hastalığı hekimle, ilaçla bulunacak gibi değil. Aklıma şöyle bir fikir geldi Eğer müsaade ederseniz şehrimizin ortasına güzel bir hamam yapalım herkes gelsin bu hamamda yıkansın ama bir şartla. Başından geçen hadiseyi de bize anlatsın. Hamam ücreti olarak hikayesini bırakıp gitsin. Belki bu yolla kızınızın derdine bir çare bulunabilir demiş.
Denize düşen yılana sarılır. Kızının iyileşmesini çok isteyen ve onun için herşeyi yapabilecek olan padişah hemen adamlarına emretmiş ve bir hamamın yapılmasını istemiş. Kısa süre içinde şehrin en merkezi yerine bir hamam yapılmış. Hamamın suyu şehrin yakınındaki kaplıcadan getirilmiş. Bu hamamda yıkanan herkes şifa bulup ayrılıyormuş. Kısa sürede bu hamamın ünü tüm civar sultanlıklara da duyurulmuş. Bu hamamın suyunun şifalı olduğu, yakınan herkesin derdine derman bularak hamamdan ayrılacağı dilden dile dolaşır olmuş. Böylece uzak yakın her kimin derdi varsa akın akın hamama gelmeye başlamışlar. Önce yıkanıyor, derdinden kurtuluyor, sonra çıkarken başından geçen hikayeyi anlatıp çıkıyormuş.
Keloğlan da duymuş bu hamamı, Kötürüm bir anası varmış. Anasına:
– Ana, padişah bir hamam yaptırmış, Kim o hamamda yıkanırsa, iyileşiyormuş. Haydi, seni de götüreyim, demiş.
Bu işe, pek aklı yatmayan kadın:
– Haydi oradan keloğlan! Ben sağımdan, soluma
dönemiyorum ki; oraya nasıl giderim? demiş,
Keloğlan:
– Ben seni sırtımda taşırım, anacığım. Sen hiç merak etme, demiş.
Ertesi gün, anasını sırtına alan keloğlan, düşmüş yollara. Üç beş adım gittikten sonra, anasına:
– Ana, sen biraz şurada otur. Ben gidip, bir su içeyim, diyerek anasını bir konağın kapısının önüne oturtmuş, Oraya gitmiş, buraya gitmiş içecek bir yudum su bulamayıp biraz daha gitmiş. Bir de bakmış ki bir horoz, sırtında bir testi su taşıyor. Keloğlan, horozun suyu nereye götürdüğünü merak edip, takılmış peşine. Horoz önde, keloğlan arkada gide gide bir kale duvarının dibine gelmişler. Keloğlan, bakmış ki duvarın dibinde bir delik; horoz bu delikten içeri girmiş, Horoz girer de keloğlan girmez mi hiç? O da ne yapıp edip delikten geçmiş. Karşısında büyük bir saray görmüş, ama içinde hiç kimse yokmuş. Başlamış sarayı gezmeye. Geze geze büyük bir odaya gelmiş. Elbet buranın bir sahibi vardır, diye düşünerek oradaki bir dolabın içine saklanmış. Keloğlan dolaba girer girmez, üç tane güvercin gelmiş. Güvercinler, silkinince birbirinden güzel üç kız ortaya çıkmış:
– Aman çok geç kaldık! Neredeyse şahımız gelecek! Hemen yemeği hazırlayalım, demişler. Sonra da telaş içinde, biri ortalığı süpürmüş, Biri, sofrayı kurmuş, Biri de yemekleri getirmiş. İşlerini bitirdikten sonra, odadan çıkıp gitmişler.
Kızlar çıkınca birbirinden güzel, mis gibi kokan yemekleri gören keloğlan, dolaptan çıkmış:
– Beni kim görecek? Şu yemeklerden biraz yiyeyim, diyerek hevesle sofranın başına oturmuş. Tam elini nar gibi kızarmış bir tavuğa uzattığında, öyle bir tokat inmiş ki, nereden geldiğini anlayamamış. Eli davul gibi şişmiş, Keloğlan, neye uğradığını şaşırmış. Yemekten vazgeçmiş ve korku içinde tekrar dolaba saklanmış. Akşam olunca, bir güvercin gelmiş. Silkinip, yakışıklı bir delikanlıya dönüşmüş, Keloğlan, saklandığı dolaptan delikanlıyı seyrediyormuş. Delikanlı, sofradaki yemekleri yemiş ve karnını doyurmuş. Sonra kalkıp, bir çekmeceyi açmış, Çekmeceden bir yüzük, bir bilezik, bir de sırma işlemeli mendil çıkarıp:
– Ah Nigar’ım! Bu yüzüğü taktığın eller, bu bileziği taktığın kollar sağ mı? diyerek ağlamaya başlamış, Sırma işlemeli mendile, gözyaşlarını silmiş, Sonra, hepsini yine çekmecenin içine koymuş ve yatağına girip, uyumuş.
Keloğlan, buradan kurtulmak için sabahı iple çekmiş, Neyse, uzatmayalım, Gün ağarır ağarmaz, delikanlı yine bir güvercin olup, pencereden uçup gitmiş.
Keloğlan, sarayda kimsenin kalmadığını anlayınca, tekrar o girdiği delikten çıkarak doğru annesinin yanına gitmiş. Kadıncağızı bıraktığı yerde, iki gözü iki çeşme ağlar bulmuş, Anasının gönlünü alıp, onu tekrar sırtına almış ve doğru hamama götürmüş, Keloğlan ve anası, bir güzel yıkanmışlar. Anası kötürümlükten, keloğlan da kellikten kurtulmuş.
Tam hamamdan çıkacakları sırada:
– Gelin, başınızdan geçen her şeyi anlatın da öyle gidin, diyerek onları alıp kızın yanına götürmüşler.
Keloğlan, kıza bir gün önce başından geçenleri anlatmış,
Kız:
– Aman kardeşim! Beni o güvercini gördüğün saraya götürürsen, sana bu hamamı bağışlarım! demiş. Keloğlan, kızı alıp saraya götürmüş. Horozun geçtiği delikten geçip, saraya girmişler. Keloğlan, bir gece önce sabahladığı dolaba kızı saklamış. Burada beklemesini söyleyip, gitmiş.
Akşam, üç güvercin yine gelmiş. Silkinip üç kız olmuşlar ve:
– Şehzademiz şimdi gelir! diyerek etrafı temizlemişler ve yemek hazırlamışlar.
Az sonra, kızın yüzüğünü, bileziğini ve gergefindeki sırma işlemeli mendilini kapıp kaçan güvercin, pırrrr diye uçarak pencereden odaya girmiş. Şöyle bir silkinip, ayın on dördü gibi bir delikanlı oluvermiş.
Oturup yemeğini yedikten sonra, yine çekmeceyi açmış. İçinden yüzüğü, bileziği ve mendili çıkarıp:
– Ah Nigar’ım! Bu yüzüğü, bu bileziği takan eller, kollar sağ mı? Senin yüzünü bir daha görebilecek miyim? diyerek ağlamaya başlamış, Sırma işlemeli mendille göz yaşlarını silerken, kız saklandığı dolaptan çıkmış. Hasreti ile yandığı sevgilisini yanında gören delikanlı, gözlerine inanamamış:
– Nigar’ım, sen buraya nasıl geldin? diye sormuş, Kız, olup bitenleri anlatınca, delikanlı:
– Sevgilim, doğduktan üç gün sonra periler beni kaçırıp, buraya getirdiler, Beni, padişahları yaptılar. Şimdi benim yanımdan hiç ayrılmıyorlar. Sadece günde iki saat yalnız kalıyorum, Sarayda istediğin gibi gez, dolaş; hiç korkma, Ama akşam olunca gene saklan. Periler seni görecek olurlarsa, ikimizi de öldürürler, Yarın, periler beni iki saatliğine yalnız bıraktıkları zaman seni, anamın konağına götürürüm. Ama benim anam, biraz merhametsiz dir, Dadım ise çok iyi yüreklidir. Onlar beni hiç tanımazlar. Seni, konağın kapısında bırakırım.
Kapıyı çalar:
– Sokakta kaldım! Bahtiyar beyin başı için, beni içeri alın, diye yalvarırsın. Seni, mutlaka içeri alırlar. Her gün gelip, odanın penceresine konar ve seni görürüm, demiş,
Delikanlının dediği gibi, kız ertesi gün gidip konağın kapısını çalmış. Dadı, kapıyı açıp da kızı görünce, delikanlının anasına haber vermiş.
Kadın:
– Kim bilir, kimin nesidir? diyerek eve almak istememiş.
Ama delikanlının dadısı, kızın yalvarmasına dayanamamış. Hanımından gizli onu içeriye almış ve bir odaya saklamış, Sabah, delikanlı pencerenin önüne gelmiş ve “Nigâr’ım,” diye kıza seslenmiş.
Dadı, bunu duyunca doğru hanımının yanına gitmiş ve kendisinden habersiz kızı içeri aldığını söylemiş. Bahtiyar beyin, kızla pencerenin önünde konuştuğunu anlatmış. Ama delikanlının annesi, ona inanmamış. Kendi gözüyle görüp, kulağıyla duymak istemiş ve ertesi sabahı beklemiş,
Kadın ertesi sabah, kızın odasının kapısının arkasına saklanmış. Bahtiyar bey, güvercin kılığında gelip pencereye konmuş ve kızla konuşmaya başlamış, Delikanlının annesi, o zaman dadının doğru söylediğini anlamış, Oğlunun, bu kızı gerçekten sevdiğini görüp, odaya girmiş ve kızın gönlünü almış.
Bahtiyar beyi, perilerin elinden kurtarmak için bir çare bulmuşlar,..
Bahçedeki servi ağacının dallarını, zehirli iğnelerle doldurmuşlar. Ertesi gün, Bahtiyar bey pencereye konup, silkinmiş ve yakışıklı bir delikanlı olmuş. Kızla konuşmaya başlamış,
Kız, zaman kazanmak için lafı uzattıkça uzatmış ve iki saati geçirmiş. Delikanlının hâlâ dönmediğini gören periler, toplanmışlar ve Bahtiyar beyi gözetlemek için bahçedeki servi ağacının dallarına konmuşlar. Ama zehirli iğnelere değdikçe, birer ikişer ağacın dibine dökülmüşler.
Delikanlının aklı başına gelip, vaktin geçmiş olduğunu anlayınca:
– Aman sultanım, ben ne yaptım? Periler, gelirlerse ikimizi de öldürürler! diye telâşlanmış. Bu telaşla, etrafına bakınca servinin altında yatan ölü perileri görmüş.
Sevincinden ne yapacağını şaşıran delikanlı:
-Sultanım, sen beni perilerin elinden kurtardın! diyerek kızın boynuna sarılmış.
Delikanlının anası ile dadısı, odaya girip onları sevinç içinde kucaklaşırken bulmuşlar.
Yıllarca özlemini çektiği evlâdına kavuşan kadın, ağlasın mı, gülsün mü bilememiş. Ne yapacağını şaşırmış. Hem oğlunu, hem de kızı sevgi ile bağrına basmış, Ondan sonra da kırk gün kırk gece düğün yapıp, ölünceye kadar hep bir arada yemişler içmişler, sefa sürmüşler.
Onlar muratlarına ermişler. Mangala kömür, bizlere ömür demişler.
Gökten üç elma düşmüş. Tavuklar başına üşüşmüş, hepsini yemişler, Allah’a şükür demişler. Onlar muratlarına erdiler, biz de erelim demişler.