
Merhaba Çocuklar, Kaf Dağına hoş geldiniz. Yeni bir gün, yeni bir masalla bakalım bugün hangi macerayı yaşayacağız Kaf dağında.
Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal iken eski hamam içinde. Ben anamın beşşiğini tıngır mıngır sallar ekin anam eşikte babam beşikte ağlar iken var varanın sür sürenin adamı yokmuş büyük şehirlerin. Herkes hırs ile hased ile yaşarken, ocakta kazan kaynarken insanan alası içinden dışına taşarken ben diyeyim elden ele, siz deyin dilden dile masallar dolaşırken vardım geldim hint elinde, tuttum duravardım kumaş toplarını, açtım bedestende satmaya durdum. Endazesi üç akçe, metresi bir akçe derken dediler olurmu böyle alışveriş, dedim görsün dostlar bizi alışverişte. Niyetimiz halis, adımız muhlis, cinsimiz cibiliyyetimiz temiz. Varsın el oğlu atsın tutsun. Torba değilki ağzını büzesin, el alemin dediğiyle canını ne diye boşuna üzesin. Haydi bakalım bırakalım her şeyi başlayalım masala. Yakalayalım neşeyi.
Kaf dağında çok uzak ülkelerden birinde bir çerçi yaşarmış. Çerçinin ne olduğunu biliyor musunuz? Seyyar satıcı. O zamanki ismiyle çerçi. Her gün o köy senin, bu kasaba benim, o şehir senin, bu şehir benim dolaşır arabasına doldurduğu mallarını satarmış. Eşi genç yaşında oğlunu dünyaya getirirken bu dünyadan göç ettiği için tüm ilgisini ve sevgisini oğluna veriyormuş. Oğlunun hiçbir sıkıntı çekmeden büyümesi için ne gerekiyorsa yapıyormuş. Bir dediğini iki etmiyor, ne istiyorsa alıyormuş. Tabi bu durum zamanla oğlunun hiçbir işi öğrenememesine, hiçbir işe yaramamasına sebep olmuş. Tembel tembel babasının kazandığı paraları yemekle ve canının istediği her şeyi yapmakla zaman geçiriyormuş.
Gel zaman git zaman bu çerçi çok çalışmasının karşılığını almış ve çok zengin olmuş. Çil çil altınları, sayısız evleri, arabaları olmuş. Ama satıcılıktan vazgeçmemiş. Sattıkça hırslanmış, hırslandıkça kazanmış, kazandıkça daha çok kazanmak için daha çok çalışmış ve nihayet kendisine hiç zaman ayırmadığı ve sevdiği ilgi duyduğu hiçbir işi yapmadığı için hastalanmış.
Herkes yaşayacağı hayatı yaşar ve vakti gelince bu dünyayı terk eder. Çerçi de vakti geldiği için vefat etmiş. Oğlu yalnız başına kalmış. Hiçbir işten anlamadığı için öylece ne yapacağını bilemez vaziyette şaşkın şaşkın duruyormuş. Ancak babasının kendisine bıraktığı o büyük mirasa güveniyormuş.
Etrafındaki bazı çıkarcı insanlar genç adamın hiçbir şeyden anlamadığını bildikleri için hemen kendisi ile dostluk kurmuşlar. Onu eğlenceye yönlendirmişler. O günden sonra, zamanını arkadaşlarıyla eğlenerek ve babasından kalan hazır parayı yiyerek gününü gün etmiş genç adam. Kasasında da kesesinde de bir kuruş para kalmayınca bu defa babasından kalan evlerini, arabalarını satmış, onların parasını da harcamış. Ve günün birinde bir tek ekmek alabilecek kadar bile parası kalmamış cebinde.
Tabii parası bitince kendisine dost gibi görünenler de etrafından bir bir uzaklaşmışlar ve genç adam bir başına fakir, aç bir vaziyette sokaklarda kalmış. Böyle yaşayamayacağını anlayınca “artık bir iş bulup çalışmalıyım” diyerek yola çıkmış.
Yaşadığı şehrin Pazar yerine giderken yolda bir miktar para bulmuş. Önce etrafına bakmış acaba bu parayı kim düşürdü ya da kim kaybetti diye. Sonra birkaç kişiye sormuş. Bakmış ki kimse sahip çıkmıyor. Kendi kendine düşünmüş. “Allahım karnım aç, işim de yok. Bu paranın bir kısmıyla karnımı doyurayım, bir kısmıyla da bir şeyler alıp satayım becerebilirsem kazandığım paradan ilk olarak bu kesedeki miktarı ayırıp yine buraya gelip sahibini bulacağım söz veriyorum” diyerek kendi kendine plan yapmış ve düşünmüş. Bulduğu paranın bir kısmı ile karnını doyurmuş. Paranın kalanıyla ne yapabileceğini düşünmüş düşünmüş, sonunda ormandan odun getirip pazarda satarak para kazanmaya karar vermiş. Paranın kalın kısmı ile bu odunları bağlayabileceği sağlam bir ip almış. Elinde sadece üç beş kuruş kalmış. Ormana doğru yollanıp yürürken karşısına bitkin düşmüş, kendisinden daha kötü durumda olduğu her halinden belli olan bir ihtiyarla çıkıvermiş. İhtiyar “Ey delikanlı, karnım çok aç, günlerdir bir şey yemiyorum. Bana biraz yardım edebilir misin?” demiş. Genç adam, ihtiyarın bu haline çok üzülmüş ve kalan parayı da ona vermiş. “Artık çalışıp para kazanmanın zamanı geldi” diyip ormana gelmiş, baltası olmadığı için sadece ağaçlardan kırılıp düşen dalları toplamaya başlamış.
Bir çalılığın hemen yanındaki odun parçalarını toplarken birden acı bir inleme sesi duymuş. Çalılığın içine girince bir de ne görsün. Bir ceylan yavrusu, avcılardan birinin kurduğu tuzağa düşmüş, kurtulmaya çalışıyor. Annesi de hemen yanı başında yavrusu için üzüntü içinde inliyor, gözyaşı döküyormuş. Genç adam hemen tuzağı bozmuş ve ceylan yavrusunu oradan kurtarmış.
Yavrusuna kavuşan anne ceylan Hüda-i Nabit dile gelmiş ve minnetle delikanlının yüzüne bakarak demiş ki, “Ey insanoğlu, sen benim yavrumu kurtardın. Büyük bir iyilik yaptın. Ben bu iyiliğin altında kalamam. Şu kuyruğumdan iki tüy kopar ve koynunda sakla. Ne zaman başın dara düşerse onları birbirine sürt. Ben o an yanında olurum” demiş. Delikanlı anne ceylanın dediği gibi iki tüy koparmış. Vedalaşmışlar ve anne ceylan yavrusuyla ormanın derinliklerinde neşe içinde koşturarak kaybolmuş.
Delikanlı topladığı odunlarla şehre dönmüş. Satmak için pazarda dolaşırken bir adam yaklaşmış yanına ve “delikanlı sen cesur birine benziyorsun, çok para kazanmak ister misin?” diye sormuş. “Elbette” demiş “kazanmak isterim.” Adam “O vakit ne dersem yapacaksın. İtiraz etmeyeceksin tamam mı?” demiş. “Peki” demiş delikanlı. Adam “Gel peşimden” diyerek onu bir konağa götürmüş.
Konak sahibi çok ilginç biriymiş. “Bak delikanlı, şimdi seninle bir yere gideceğiz.” Demiş. Kaf dağının ardında bir kuş, güzel mi güzel anka kuşu her gün oraya gelir. Biz de oraya gidince kuş gelip seni kapacak. Ama korkma, insan olduğun için seni yemeyecek ve Kaf dağına götürüp yuvasında bırakacak. Yuvanın etrafında çok sayıda değerli taş göreceksin. Anka kuşu yanındayken onlara sakın dokunma. Gitmesini bekle. Kuş gider gitmez yuvadan çıkacaksın ve etrafta bulduğun renkli taşları aşağı atacaksın, biz de onları toplayacağız. Ondan sonra dile benden ne dilersen” demiş. Delikanlı heyecandan oradan aşağıya nasıl ineceğini sormayı unutmuş tabii. “peki” demiş. Sonra Anka kuşunun geleceği ormanın kenarına gitmişler. Delikanlı kuşun konacağı yerin yakınında oturup beklemeye başlamış. Nihayet gece yarısından sonra Anka kuşu geniş kanatları ile gelip delikanlının olduğu yere alçalmış ve delikanlıyı pençeleriyle kaptığı gibi havalandırmış.
Uzun bir uçuştan sonra kendi yuvasına getirip bırakmış. Yuvanın oluştuğu iri çalıların arasına sinmiş ve beklemeye başlamış. Anka kuşu bir müddet yuvada dinlenmiş, uyuklamış sabah güneş doğduğunda o meşhur çığlığını atarak yuvadan aşağıya doğru kendisini bırakıp uçuvermiş. O yuvadan uzaklaşınca delikanlı hemen saklandığı yerden çıkmış ve yuvanın kenarlarında, sağında solunda atılı duran birbirinden kıymetli taşları toplamaya başlamış. Topladığı taşları da bir bir aşağıya atıyormuş.
Aşağıda da kendisine bu işi veren zengin adam, yardımcıları ile birlikte onları topluyormuş. Nihayet çuvallarını doldurup develerin sırtlarına yüklemişler ve delikanlıyı orada bırakıp gitmişler. Delikanlı birkaç kez bağırmış, bakmış ki ses seda yok, kendisini orada bıraktıklarını anlamış. Aşağıya inmek için yol aramış ama nafile, hangi yöne baksa keskin kayalıklar, ne yöne gitse derin uçurumlar. Yorulmuş tabii bizim delikanlı. Oturup ne yapacağını düşünürken aklına anne ceylanın verdiği kuyruk tüyleri gelmiş. Hemen koynundaki keseden bu tüyleri çıkarmış ve bir birine sürtmüş.
Tam o anda anne ceylan karşısında belirivermiş. Gelip delikanlının elini yüzünü yalamış ve “dile bakalım benden ne diliyorsan” Demiş. Delikanlı başından geçenleri bir bir anlatmış. Anne ceylan hemen demiş ki “bin sırtıma seni yeryüzüne indireyim. Ama ondan önce şu kıymetli taşlardan çokça topla ki şehre indiğinde kendine yeni bir iş kurup iyi bir hayat yaşayabilecek kadar kazancın olsun.”
Delikanlı gömleğini çıkarıp torba yapmış onun içine, ceplerine, hatta çoraplarının içine, ayakkabılarının içine doldurabildiği kadar kıymetli mücevherlerden doldurmuş ve geyiğin sırtına binmiş. Anne geyik “kapa gözlerini” demiş delikanlı kapatmış, “aç gözlerini” demiş açmış bir de ne görsün. Şehirdeki evinin önünde.
Tam ceylana teşekkür etmek için dönmüş ki ne dönsün. Ortada ne ceylan var, ne başka bir şey. Tebessüm etmiş ve evinden içeri girmiş.
Ertesi gün kaf dağından getirdiği mücevherlerin bir kısmını satarak uzun zamandır ilgilenemediği evini temizletip bakımını yaptırmış. Sonra da şehrin merkezinde çok güzel bir dükkan bularak kumaş alıp satabileceği bir iş yeri açmış. Çok tedbirli ve dikkatli davranıyormuş. Baba dostlarından fikir almak için sık sık onları ziyaret ediyor, babasının zamanındaki tembelliğinden ve serseriliğinden ders çıkararak dikkatli bir şekilde ticaretin nasıl yapılması gerektiğini öğreniyormuş.
Tüm bunları yapmış olduğu minicik bir iyilik sayesinde elde ettiğini hiç unutmamış ve o günden sonra herkese iyi davranmış, kimin bir sıkıntısı varsa ve gelip kendisine anlatmışsa onlara yardımcı olmuş ve hiç kimseyi kırmamaya özen göstermiş.
Kendisini Kaf dağına götürüp orada işini yaptırdıktan sonra bırakan o zengin adamın akıbeti ise hiç de iyi olmamış. Şehrin sultanı adamın birden bire zengin olduğunu görünce hemen huzuruna çağırmış ve sormuş “Söyle bakalım bu paraları nerden aldın” diye. Adam da korkusundan her şeyi olduğu gibi anlatmış. Padişah bizim delikanlıyı buldurmuş ve huzuruna çağırtmış.
“Bu adam sana ne kötülükler ettiğini bana tek tek anlattı. Bu kötülüğüne karşılık onun tüm mallarını sana vermeyi düşünüyorum ne dersin” demiş.
Genç adam “Efendim teşekkür ediyorum ama emek harcamadığım hiçbir kuruşu kabul edemem. Bu adam yaptığının cezasını zaten çekmiş. Eğer parasını bir şekilde değerlendirmek istiyorsa fakirlere ve ihtiyaç sahiplerine dağıtmasını tavsiye ederim. Çünkü ihtiyaç sahiplerine verdiğimiz her kuruş en az on katıyla bize geri geliyor. Bunun en canlı şahidi benim” Diyerek başından geçenleri hatırlatmış.
Genç adamın anlattıkları şehrin hakiminin çok hoşuna gitmiş ve “aferin delikanlı iyilik yapanın iyilik bulacağını ne güzel anlattın” diyerek onu tebrik etmiş.
Böylece bu masalda burada bitmiş. Evet çocuklar siz de yaşadığınız her gün mutlaka küçücük de olsa bir iyilik yapmayı unutmayın olur mu? Çünkü Kaf dağı masalcısı diyor ki;
İyilik yap iyilik bul…
Yarın ben yine güzel bir masalla sizleri burada bekliyor olacağım. Hoşçakalın…