
Yazar : SONGÜL ÖZEL
Günlerden bir gün sıcak mı sıcak, bunaltıcı mı bunaltıcı bir ağustos sabahında sırtında kilolarca yükü ile cılız mı cılız bir eşek ıhlaya ıhlaya sahibinin, “ Hadi be, amma da yavaşsın!” sözlerine aldırmadan tarlaya varmak için zorlu ve dikenli çalılarla dolu patikalardan geçerek dili sarkmış bir halde hem sahibini hem de sırtındaki yükü yavaş yavaş taşımaya çalışıyordu.
Eşeğin sahibi Hasan Ağa, hem acımasız hem de doksan kiloluk bedeniyle eşeğine hep kötü davranan biriydi. Her gün eşeğin sırtında sabah beşte evinden beş kilometre uzaktaki tarlasına gider, akşam gün batımına yakın kasabadaki evine dönerdi. Zavallı eşek her gün en az on kilometre yol alırdı. Eşek onca uzun yolu aralıksız bir şekilde yürür, sonra hem çok yorulur hem de çok acıkırdı. Eşek, her gün tarlanın yanındaki bir bodur ağaca bağlı olarak önünde minnacık yem ile akşama kadar orada beklerdi.
Hasan Ağa her gün tarlasının sulama ve bakım işleri ile uğraşır, bir süre sonra boncuk boncuk terler, öğlen olunca da tarlanın yanından geçen ırmağın kenarında bulunan küçük derme çatma kulübeye gider, orada evinden getirdiği koskoca yiyecek torbasını açar ve büyük bir iştahla midesinde hiç yer bırakmayacak şekilde tıka basa doldururdu. Obur çiftçi üstüne de koca bir tas ayran içer sonra geğire geğire karnını iki eliyle güzelce okşar ve yerdeki küçük kilimin üzerine uzanıverirdi. Uzanmasıyla beraber aradan beş dakika geçer ya da geçmez uykuya dalardı.
Çiftçi Hasan Ağa rüyasında kim bilir neler görürdü? Uyku esnasında iki de bir suratına konan kara sinekleri eliyle uyku sersemi de olsa uzaklaştırmaya çalışırdı. Sizin anlayacağınız bizim obur çiftçi yemek yemeğe ve uykuya fazlaca düşkün biriydi.
Yine bir sabah vakti çiftçi ile eşek tarlaya varmak için yola çıktılar. Güç bela bir kilometre kadar patikada yol aldıktan sonra bizim cılız ve güçsüz eşek önündeki taşı ve tümseği göremedi ve ayağı takılıp sendelemeye başladı. Gaddar çiftçi bir anda kendini yerde buldu. Çiftçi Hasan Ağa, yolun kenarındaki küçük çukura hoop diye düşüverdi. Çukura düşünce eli yüzü toprağa bulaştı. Kafası yaralandı.
Çiftçi can havliyle kızgın kızgın, kendisini çukura düşüren eşeğe bağırmaya başladı:
“Seni gidi seni, nasıl olur da beni yere düşürürsün? Gözün kör mü be! Ben sana yapacağımı bilirim!”
Durumdan hiç de hoşnut olmayan zavallı eşek masum bir şekilde oracıkta öylece kalakaldı. O da ayağının burkulmasından dolayı acı acı inliyordu. Üstelik ön sağ ayağı burkulunca hemen oracıktaki taşa çarptığı için yaralanmıştı ve ayağındaki yarası da hafif kanıyordu. Zavallı eşek sağa sola bakınıyor sahibini arıyordu. Bu arada sahibinin de sağ kolu incinmiş üstelik sağ ayağı da kırılmıştı. Ayrıca çukura düşünce oradaki taşlar ve dikenlerden dolayı yüzünde de yaralanmalar vardı.
Küçük taşlı yolda sadece yaralı çiftçi ve eşekten başka kimsecikler yoktu. Acı acı bağıran eşek ve eşeğe hem küfürler hem de tehditler savuran yaşlı çiftçi yarım saat boyunca inleyip durdu. Çiftçi Hasan Ağa, ayağa kalkmaya çalışıyor ama ayağının acısından bir türlü doğrulamıyordu. Bir süre sonra eşeğin sahibi acıdan bayılıverdi.
Sahibinin çukura düştüğünü fark eden cılız eşek güç bela o tarafa yöneldi ve çiftçinin yanına geldi. Eşek sahibini yerde yatar vaziyette görünce onu uyandırmak için yüksek bir ses tonuyla anırmaya başladı. Lakin gaddar çiftçi bir türlü uyanmadı.
Eşek ne yapacağını bilemez bir vaziyette canı yana yana kasabaya doğru sendeleye sendeleye gitmeye başladı. Eşek yaklaşık 300 metre ilerledikten sonra çiftçinin arkadaşı Nuri Amca’ya rastladı. Yorgun eşek, çiftçinin arkadaşını bahçede meyve ağaçlarını sularken görünce acı acı anırmaya başladı.
Zavallı eşeğin acı seslerini duyan Nuri amca, hemen eşeğin yanına koşarak geldi. Nuri Amca, eşeği hemen tanıdı:
“Hayırdır Uzun Kulak, neden bağırıyorsun? Hasan nerede, niye yalnızsın? Sahibin Hasan’a bir şeyler mi oldu?” dedi.
Nuri Amca çok endişelendi ve sesli bir şekilde;
“Allah, Allah! Hasan Ağa her gün tarlaya giderdi, demek bugün bir terslik oldu.” diye düşündü. Zavallı, yaralı Uzun Kulak, meraklı gözlerle bakan Nuri Amca’ya, “Hadi arkamdan gel.” der gibi bir şeyler anlatmak için anırıp duruyordu.
Eşek, sendeleyerek Hasan Ağa’nın düştüğü çukurun yanına gitmeye başladı. Durumu anlayan Nuri Amca;
“Dur, dur Uzun Kulak beni bekle, ben de geliyorum.” dedi ve elini yüzünü bahçenin yanındaki küçük derede hemen yıkayıp eşeğin peşinden yola koyuldu.
Eşek ve Nuri Amca üzgün bir halde yola devam ettiler. Nihayet eşek durdu ve sahibinin olduğu çukura yöneldi. Nuri Amca çukura yaklaştı ve bir de ne görsün! Arkadaşının eli yüzü toz toprak ve biraz da kanlar içinde. Üstelik baygın. Hemen çukura inip baygın olan Hasan Ağaya;
“Hadi kalk, bak senin cılız Uzun Kulak beni ta buralara sana getirdi, seni kurtaracağız hemen.” dedi.
Nuri Amca, arkadaşını zor da olsa kendine getirdi. Hasan Ağa kendine geldikten sonra arkadaşına;
“Nuri gerçekten sen misin? Benim ayağım, kolum of of çok ağrıyor.” dedi.
Nuri Amca ise;
“Tamam, tamam korkma. Ben senin koluna gireyim. Seni buradan çıkaracağım.” dedi.
Nuri Amca, arkadaşı Hasan Ağa’yı ayağa kaldırmaya çalıştı ama onun yürüyecek hali yoktu. Nuri Amca;
“En iyisi ben bir an önce kasabaya gidip bize yardımcı olabilecek birilerini getireyim, araba bulayım, seni ancak arabayla götürebiliriz kasabaya.” dedi ve kasabaya doğru hızlı hızlı koşarak gitti.
Aradan yarım saat geçtikten sonra Nuri Amca, arkadaşları Ahmet ve Rıza ile Hasan Ağa’nın yanına geldiler ve Hasan Ağa’yı arabaya bindirip kasabadaki sağlık ocağına götürdüler.
Hasan Ağa birkaç gün tedavi gördükten sonra iyileşti ve o günden sonra eşeği Uzun Kulak’a o güne kadar çok kötü davrandığı için pişman oldu ve bundan sonra ona iyi davranmaya başladı.